O Okuma Vakti
Download http://bigtheme.net/joomla Free Templates Joomla! 3

Sohbet

GÜNÜN SÜNNETİ
"REHBER OLMAK, İYİLİĞİ EMRETMEK"
İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, İslâm dininin önemli ve genel esaslarından biridir. Gerek fert olarak gerekse toplum olarak iyilikleri yaymak, kötülükleri ortadan kaldırmak müslümanların en belirgin özelliğidir. Bu nedenle iyilikleri yaymak ve ihya etmek, kötülükleri ortadan kaldırmak ve insanları kötülüklerden korumak konusunda çalışmak ve çaba harcamak her müslüman için dinî bir görevdir.
Bu görev fert ve toplumun huzuru için ihmal edilmeye tahammülü olmayan bir görevdir. Bu konuda hiç kimse bana ne, neme lâzım dememelidir. Herkes belli bir sorumluluk içinde ve gücü nisbetinde bu dinî görevi yerine getirmeye çalışmalıdır.
Bu iş herkes için gereklidir. Bu emir de herkes için geçerlidir. Kötü insanları kendi haline bırakmak, onun için olduğu kadar toplum için de tehlikelidir. Akıllı insanlar bunu bilirler ve sonucunu görürler. Toplumu meydana getiren fertlerin kişisel kötülüğü şahsındaki zararla bitmez, topluma sıçrar. Nitekim on dairelik bir apartmanda oturanlardan biri, ben kendi dairemi yakıyorum, kimse karışmaz, diye kendi dairesini ateşe veremez. Aşağıda vereceğimiz hadis-i şerif her devir için ciddi bir uyarıdır. Hadis, toplumda kötü iş yapanları uyarmayıp bana ne diyenlerin sonunu şu misalle anlatmaktadır:[1]
Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî (rh.a) der ki: Senedleriyle birlikte bize kadar ulaşan bir rivayette, Nu'mân b. Beşîr (r.a), Resûlullah (s.a.v) Efendimiz'den şöyle dinlediğini aktarmaktadır:
"Allah'ın hukukuyla dalga geçen, o hukuku çiğneyen ve buna riayet eden üç kişinin durumu, birlikte gemiye binen şu üç kişinin durumuna benzer Bunlardan biri en üst, biri orta, diğeri de en alt kata yerleşmiştir. Onlar bu şekilde yolculuk ederlerken aralarından biri eline bir keser alır. Bunu gören diğerleri,
- Sen ne yapıyorsun? diye sorarlar. Adam,
- Bulunduğum yere bir delik açıyorum. Böylelikle su bana daha yakın olacak ve ihtiyaçlarımı kolaylıkla giderebileceğim, der.
Adamın bu cevabına karşılık bir diğeri,
- Onu kendi haline bırakın. Ne hali varsa görsün, der. Öteki ise,
- Onun gemiyi delmesine izin vermeyelim. Yoksa hem kendisini hem de bizi helâk edecek, der.
Eğer bu kimseler adama engel olup elindeki keseri alırlarsa, hem kendilerini hem de onu kurtarırlar. Yok, engel olmazlarsa hepsi birden helâk olurlar."[2][3]
Aslında bu hadis, güzel bir benzetme ile insanlık cemiyetinde birlikte yaşayan iyilerle kötülerin durumunu anlatıyor. Olayı zihinde canlandırıyor.
Şöyle ki: İslâm, insanları yüce Allah'a eriştirmek ve ebedî saadete kavuşturmak maksadıyla Cenâb-ı Hak tarafından gönderilmiş bir gemi gibidir. Bütün insanların bu gemide belli yerleri vardır. Bunlardan biri kalkıp da kötü işleriyle gemiyi delmeye başlayınca, diğerleri o kimseyi uyarıp kendisini ve diğer insanları bu kötü işin neticesinden kurtarmaları gerekir. Yoksa güzel ahlâkı yok edilen ve huzuru kaçırılan bir cemiyette, kimse kendisini emniyette göremez. Her aklı başında olan insanın, cemiyette yayılmaya başlayan kötü işleri ve gidişi durdurması gerekir.
Şunu katiyetle bilmemiz gerekir ki bizi ilgilendirmediğini sandığımız için, yapılmasına göz yumduğumuz bir kötülük, gün gelecek, mutlaka bize de zarar verecektir.[4]
Rivayet edildiğine göre, Ebü'd-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: "Ya iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız, ya da Allah (c.c) büyüklerinizi saymayan, küçüklerinize de merhamet etmeyen bir hükümdarı başınıza musallat eder. Bundan sonra iyileriniz dua etse icabet edilmez. Yardım dileseler yardım edilmez. Af dileseler mağfiret olunmaz."[5]
Huzeyfe'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yeminle söylüyorum ki, ya iyiliği emredip kötülükten sakındırırsınız ya da Allah'ın size bir azap göndermesi pek yakın olur. Bundan sonra dua etseniz de size icabet etmez."[6][7]
İyiliği Emir, Kötü İşlerden Sakındırmak Farz Bir Görevdir
İyiliği emir ve kötü işlerden sakındırma işi farzdır. Bu, dinimizde en önemli işlerden ve en büyük farzlardan biridir. Özürsüz bu vazifeyi bırakan bir şahıs ve cemiyet Allah katında mesul olur. Bütün peygamberler bu vazifeyi yerine getirmek için gönderilmiştir. Bu vazife terk veya ihmal edilirse din bozulur, edep ve hükümler zayi olur. Kur'ân-ı Kerîm'de,
"İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten vazgeçiren bir grup insan bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır"[8] buyrulmaktadır.
Bu âyet-i kerîme, iyiliği emir ve kötü işlerden sakındırma işinin farz olduğunu göstermektedir. Ayrıca âyette kurtuluşun iyiliği emir ve kötü işlerden sakındırmaya bağlı olduğu da ifade edilmektedir.
Fakat bu farz, farz-ı ayın olmayıp farz-ı kifâyedir. Müslümanların bir kısmı bu vazifeyi yapmakla diğer müslümanlardan bu farz düşer. Ancak kimse bunu yapmazsa o zaman bütün müslümanlar günaha girer.
Her mümine, ilmi ve gücü nisbetinde, Allah'ın emirlerine uymayı ve kötülüklerden kaçınmayı başka müslümanlara öğütlemesi, âyet-i kerîme ile verilmiş bir vazifedir. Dolayısıyla iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, Allah'ın kitabına inanan müslümanlar için farz-ı kifâyedir.[9]
Ümmü Habibe validemizin (r.ah) bildirdiğine göre Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ademoğlunun her sözü zararınadır, ancak şu üç türlü konuşması zararına değildir; bunlar, şunlardır: İyi işleri öğretmek ve emretmek, Kötü işlerden sakındırmak, Allah Teâlâ'nın zikri."[10], [11]
İmam Gazâlî (rh.a) hazretleri, Ihyâu Ulûmi'd-Dîn'de emr-I bi’l ma'rûf ve nehy-i ani’l münker babında şöyle der: "İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, dinde zirve noktasını teşkil eder. Allah Teâlâ'nın peygamberler göndermesinin en önemli sebebi de budur. Şayet iyiliği emredip kötülükten sakındırma işi ortadan kaldırılıp ilim ve amel ihmal edilseydi, peygamberlik kurumu işlevsiz kalır, diyanet çöküntüye uğrar, ihtilaf çoğalır, sapıklık yayılır, cehalet ortalığı kaplar ve fesat her tarafa dağılırdı. Özetle, türlü türlü belalar ortaya çıkar ve memleketler harap ve insanlar helâk olurdu. Ne âlemde nizam ve intizam, ne de ahirette huzur ve saadete erişme mümkün olurdu."[12][13]
Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde şöyle buyurur: “Kim bir bid’at sahibinin bid’atına mani olursa, Allah Teala onun kalbini iman ve güvenle doldurur. Kim bir bid’at sahibinin bid’atına değer vermeyip onu alçaltırsa, Allah Teala ona en korkulu günde emniyet ihsan eder. Kim de iyiliği emreder, kötülüğe engel olursa; o kişi yeryüzünde Allah Teala’nın halifesi, Kitabı’nın halifesi ve Rasülü’nün halifesidir!”[14]
Kötü Toplumun Tamamı Cezalandırılır
Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî (rh.a) der ki: Senedleriyle bize kadar ulaştığına göre, Ömer b. Abdülaziz (rh.a) demiştir ki: "Allah (c.c) birkaç kişinin işlediği günahlardan ötürü bütün toplumu cezalandırmaz. Fakat ne zaman ki günahlar açıkça işlenmeye başlanır ve insanlar da bunlara karşı tepkisiz kalırsa, o zaman toplumun hepsi cezalandırılmaya müstahak olur."
Allah (c.c) Yûşa' b. Nûn'a (a.s),
- Ey Yûşa'! Senin kavminin hayırlılarından kırk bin kişiyi, şerlilerinden de altmış bin kişiyi helâk edeceğim, buyurdu. Yûşa' (a.s),
- Ey Rabbim! Şerli kötü kimseler azabı hak etmişlerdir ancak iyiler neden? diye sorunca Allah Teâlâ,
- Onlar kötülerin yaptıklarına benim için buğzetmediler. Onlarla beraber yiyip içtiler. Onların kötülük yapmalarına, günah işlemelerine engel olmadılar, buyurdu."[15][16]
"Resûl-i Ekrem'e (s.a.v),
- İçinde iyiler bulunan bir memleket de helâk olur mu, diye sordular. Resûlullah (s.a.v),
- Evet, helâk olur, buyurdu. Onlar,
- Nasıl olur, diye sorduklarında, Allah Resûlü (s.a.v),
- İsyana sükût etmeleri (sessiz kalmaları) ve bu suretle dine ihanette bulunmaları sebebiyle buyurdu."[17], [18]
Sizin İçinizde Onun Gibisi de Azdır
İbn Mes’ud (r.a) şöyle anlatır: Bir köyün halkı günah işliyordu. Onların günahlarını, içlerinden ancak dört kişi hor görüyordu. İçlerinden biri kalkıp “Siz şu şu günahları işliyorsunuz” dedi ve onları menedip yaptıklarının çirkinliğini onlara teker teker söyledi. Onlar da ona karşılık aynı şekilde cevap verdiler ve yaptıklarından vazgeçmediler. Bu zat onlara küfretti, onlar da buna küfretiler. Bu zat onlarla kavga etti, onlar da karşılık verip mağlup ettiler. Bu kişi mağlup olduktan sonra tenhâya çekilip “Yâ Rabbî! Ben onları menettim. Bana itaat etmediler. Onlara küfrettim, onlar da bana küfrettiler. Onlarla kavga ettim, beni mağlup ettiler” dedikten sonra çekip gitti.
O gittikten sonra başka biri kalktı. O milleti haram işlemekten alıkoymaya çalıştı. Ona da itaat etmediler. Küfredip karşılık verdiler, o da uzlete çekilip, “Ey Allahım! Ben onları menettim bana itaat etmediler. Kendilerine küfrettim, bana karşılık verdiler. Eğer kavga etseydim beni mağlup edeceklerdi” dedikten sonra çekip gitti.
Bundan sonra üçüncüsü kalktı. Onları alıkoymaya çalıştı. Ona da itaat etmediler. Tenhaya çekildi ve “Yâ Rabbî! Ben onları menettim, bana itaat etmediler. Eğer onlara küfretseydim muhakkak bana küfredeceklerdi. Eğer kavga etseydim beni mağlup edeceklerdi” dedikten sonra çekip gitti.
Sonra dördüncüsü kalkıp “Yâ Rabbî! Muhakkak eğer ben onları menetmeye çalışmaya kalksaydım isyan ederlerdi. Küfretseydim bana küfrederlerdi. Eğer kavga etseydim beni mağlup ederlerdi” dedikten sonra o da çekip gitti.
İbn Mes’ud sonunda şöyle der: “Dördüncü kişi, derece bakımından onların en eksiğidir. Fakat sizin içinizde onun gibisi de azdır.”[19], [20]
Hayırlı Ümmet
İslâm ümmeti, insanlar için en hayırlı topluluktur. Zira fertleri birbirlerinin bütün dertleriyle ilgilenen kişilerden meydana gelir. Oysa diğer toplumlarda iyilik ve kötülük her ferdin kendi sorunu ve kendi meselesidir.
İyiliği emretmek, kötülüğü sakındırma görevi Peygamberimiz'in (s.a.v) ümmetine verilmiş bir görevdir. Diğer ümmetlerden daha faziletli olmasının sebeplerinden biri de bu görevin kendilerine verilmiş olmasıdır. Bu husus Kur'ân-ı Kerim'de şöyle açıklanmıştır: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız."[21]
Görüldüğü gibi müminler, dünyadaki en hayırlı ümmet ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmiş bir toplumdur. Aynı zamanda bu ümmet diğer insanlar için öncü ve önder olarak çıkarılmıştır. Bu yüzden müslüman cemaati kendi dışındaki insanlara herhangi bir konuda başvurması, danışması uygun görülmemiştir. Bu nedenle müslümanlar, kendi değerlerini bilmeleri gerekir. Zira onun görevi sürekli önde bulunmak ve daima önderlik makamında olmaktır.
Evet, bu ümmet insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmettir. Bu hayırlı ümmetin, yükümlülükleri ve bu yükümlülüklerin ötesindeki zorluklar ve yolundaki dikenlerle beraber yükselmesidir. Bu, kötülüğü engellemek, iyiliği teşvik etmek ve toplumu fesat etkenlerinden korumaktır. Bütün bunlar zor ve meşakkatli işler olmakla beraber sâlih bir toplum kurmak, korumak ve yüce Allah'ın dilediği hayat tarzını gerçekleştirmek için zaruridir.[22]
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir"[23]
Bazıları şöyle derler: Âyette geçen “minküm”deki “min” edatı, müslümanların hepsini değil, bir kısmını ifade eder. Bundan dolayı, insanlara iyiliği emretmek, farz-ı kifâyedir. Çünkü iyiliği emretmek, ancak ilimle olur. Cahil daha kendi nefsini bilmez ki insanları nasıl irşad etsin?
Bazıları, “min” beyan içindir, yani iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak bu ümmet içindir demiştir.
Şehidlikten Üstün Olan Gazilik
Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a) anlatıyor: Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! Kâfirlerle savaşmaktan başka gazâ var mıdır?” diye sordum.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular: “Hak Celle ve Alâ’nın yeryüzünde öyle gazileri vardır ki bunlar şehidlerden daha üstündür. ”
Ben, “Ey Allah’ın Resûlü! Onlar kimlerdir?” diye tekrar sordum.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Mârufu (iyiliği) emredip münkerden (kötülükten) de sakındıranlardır. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederek söylüyorum, cennette öyle köşkler vardır ki bunlar şehidlerin köşklerinden daha yüksektir. Kızıl yakuttan ve yeşil zümrütten yapılmıştır. Her köşkün üç yüz kapısı vardır. Bunların sahiplerinden her birine üç yüz hûri verilecektir. O hûriler, efendilerine, ‘Bu nimetlerin size niçin verildiğini biliyor musunuz? Bunlar, sizin dünyada mârufu emredip münkerden de menettiğiniz için size verilmiştir’ derler ve diğer amellerden bahsetmezler” buyurdu.
Keşşâf tefsirinin sahibi, Hz. Huzeyfe’nin (r.a) şöyle dediğini naklediyor: “Öyle bir zaman gelecek ki o vakitte insanlara, ölmüş eşeğin kokmuş leşine tahammül etmek, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak maksadıyla konuşan bir mümine tahammül etmekten daha kolay gelecektir.”[24]
İnsanlardan Bazıları Hayrın Bazıları Şerrin Anahtarıdır
Enes b. Mâlik'ten (r.a) rivayet olduğuna göre, Nebî (s.a.v) bir defasında şöyle buyurmuştur: "İnsanlardan bazıları vardır ki, onlar hayra anahtar, şerre kilittirler. Bazıları da vardır ki şerre anahtar, hayra kilittirler. Allah Teâlâ'nın hayrın anahtarını eline verdiği kimselere müjdeler olsun. Şerrin anahtarlarını eline verdiği kimselere de yazıklar olsun."[25]
İyiliği emreden ve kötülükten de sakındıran kimseler hayrın anahtarı, şerrin ise kilididir. Bu gibi kimseler müminlerdir. Allah Teâlâ'nın âyet-i kerımesinde buyurduğu gibi: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dost ve yardımcılarıdırlar. İyiliği emreder, kötülükten menederler"[26]
Kötülük yapan, yapılmasına vesile olan ve iyilik yapılmasına da engel olan kimseler ise şerrin anahtarıdır. Bu münafıklığın alametidir. Allah Teâlâ'nın âyet-i kerimesinde buyurduğu gibi: "Münafık erkekler ile münafık kadınlar (gerçekte sizden değildirler; bilakis onlar) birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar."[27]
Müminlerin emîri Hz. Ali (k.v) demiştir ki: "Amellerin en faziletlisi, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ve açıkça günah işleyen fasıklara buğzetmektir. Kim iyiliği emrederse, müminlerin kuvvetine kuvvet katmış olur. Kim de kötülükleri engellerse, münafığın burnunu yere sürtmüş olur."
Katâde (r.a) demiştir ki: Bize anlatıldığına göre, Resûlullah (s.a.v) Mekke'de iken yanına bir adam geldi ve,
- Sen Allah'ın peygamberi olduğunu söyleyen kişisin, değil mi, dedi. Resûlullah (s.a.v),
- Evet, diye karşılık verdi. Adam,
- Allah katında hangi amel daha sevimlidir? diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
- Allah'a iman etmektir, buyurdu.
- Sonra?
- Akraba ve yakınları gözetmek.
- Ya sonra?
- İyiliği emretmek, kötülükten de sakındırmak. Bu defa adam,
- Allah'ın en hoşlanmadığı ameller hangisidir, diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
- Allah'a şirk koşmaktır, buyurdu.
- Sonra?
- Akraba ve yakınlardan ilişkiyi kesmek.
- Ya sonra?
- İyiliği emretmemek ve kötülükten de sakındırmamaktır.[28]
Fakih Ebü'l-Leys (rh.a) diyor ki: Senedleriyle bize kadar ulaştığına göre, Abdullah b. Cerîr'in babasından (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Aralarında günah işleyen birinin bulunduğu bir topluluk, o kişinin günah işlemesine engel olabildikleri halde bunu yapmazlarsa, Allah Teâlâ onların hepsine, ölümlerinden önce mutlaka azabını gönderir."[29]
Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî (rh.a) demiştir ki: Resûlullah (s.a.v) zikrettiğimiz bu hadis-i şeriflerinde, gücün yetiyor olmasını şart koşmuştur. Yani bir topluluktaki çoğunluk, ehl-i salah denilen iyilerinden oluşuyorsa, toplum içinde açıktan açığa günah işleyenlere engel olmaları gerekir.[30]
Başkasına İyiliği Emrederken Kendisini Unutmak
İyiliği emreden kişi, kendi hakkında ciddi olması ve öğüt verirken herkesten önce kendini düşünmesi gerektiğini bilmesi gerekir. İnsan, başkasına öğüt verirken kendini asla unutmamalı.
İnsanın, başkasına yol gösterip de kendisini unutması ve kendisini iyilikten mahrum etmesi, başkasını selâmete çıkarıp kendini ateşe atması demektir ki bu davranış, aklı başında olanlar için bir çelişki teşkil eder.
Davetçi, kendi kendini sıkı sıkıya kontrol etmeli ve verdiği kararlara uymakta öncelikle kendisini sorumlu tutmalıdır. Hak Teâlâ, başkasına öğüt verirken kendisini unutan insanları şöyle uyarmaktadır: "Kitabı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?"[31]
Hz. Peygamber de (s.a.v) bu konuda şu uyarıları yapar: "İsrâ'ya götürüldüğüm (miraca çıkarıldığım) gece, dudakları ateşten makaslarla kesilen birtakım kimselerin yanından geçtim.
- Bunlar kimlerdir ey Cebrâil? dedim. Bana şu cevabı verdi:
- Bunlar dünya ehlinden olan hatiplerdir. İnsanlara iyiliği emrettikleri ve kitabı okudukları halde bizzat kendilerini unutanlardır. Bunlar hiç akıl etmezler mi?"[32]
"Kıyamet gününde adam gelir, cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarıya fırlar. Değirmen merkebinin döndüğü gibi bağırsakları etrafında döner. Cehennemlikler onun etrafına toplanır, şöyle derler:
`Ey filân, sen iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir kimse değil miydin' Şöyle der:
Evet, öyle idim. İyiliği emreder, fakat kendim işlemezdim. Kötülükten alıkoyar, ancak kendim işlerdim."[33]
"Kendisi yapmadığı halde insanlara hayrı (iyiliği) öğreten kimse, tıpkı insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen bir kandil gibidir."[34]
Başkasına nasihat edip kendisi nasihat almayan kimse, akla ve mantığa aykırı bir işte bulunmuş olur. İyiliği emredip kendisi günah işlemeye cesaret verecek bir iş işlediği zaman, sanki o iki zıt şeyi birleştirmiş olur ki bu da akıl sahibi olanlara yakışan bir iş değildir. Yapmadıklarını söyleyen, başkasına öğüt verip kendileri verdikleri öğütlere uymayan ve başkalarına doğru yolu gösterip kendileri o yoldan gitmeyenler, ancak kulların alayını ve Rab'lerinin gazabını üzerlerine çekerler.[35]
Kötülüğü Düzeltmeye Nereden Başlanır?
Ebu Saîd Hudrî'den (r.a) rivayet olunduğuna göre Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) diğer hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: "Sizden biri, bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı imanın en zayıf mertebesidir."[36] Yani bu kadarı iman ehlinin yapacağı en düşük olanıdır.
Bazı âlimler, kötülüğü el ile düzeltmek idarecilerin, dil ile düzeltmek âlimlerin ve kalp ile buğzetmek halkın görevi olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, her kim bir kötülükle karşılaşırsa, hadis-i şerifte belirtilen hangi durumlarla düzeltmeye gücü yetiyorsa, onunla düzetmeye mükellef olduğunu söylemişlerdir.
Fakih (rh.a) der ki: "İyiliği emretme vazifesinde bulunan kişi, bu işi yaparken öncelikle dinin izzetini ve Allah'ın rızasını gözeterek işe başlamalıdır. Böyle yapan kişiye Allah yardımcı olur, onu muvaffak kılar. Fakat bunu nefsini tatmin için yaparsa, Allah onu rezil rüsva eder. Nitekim bu hususta İkrime'nin anlattığı bir hikâye şöyledir:
Hikaye: Şeytana Yenilen Oduncu
"Adamın biri günün birinde, insanların ilâh diye tapındıkları bir ağacın yanından geçiyordu, insanların buna tapındıklarını görünce, Allah rızası için çok öfkelendi. Kendi kendine,
- Şaşılacak şey; bu alt tarafı bir ağaç! İnsanlar ise Allah'ı bırakıp buna ilâh diye tapınıyorlar, diye söylendi. Sonra evine döndü, baltasını aldı, eşeğine bindi ve ağacı kesmek üzere yola koyuldu. Yolda İblîs (aleyhillâne) bir insan sûretinde önüne çıktı:
- Nereye gidiyorsun, diye sordu. Adam,
- İnsanların, Allah'ı bırakıp da ilâh diye tapındıkları bir ağaç gördüm. Buna çok öfkelendim ve, "Baltamı alayım, eşeğime bineyim, gidip ağacı kökünden keseyim" diye Allah için kendime söz verdim, dedi. İblîs,
- Onların yaptıklarından sana ne! Bırak isteyen istediğine tapınsın; ne halleri varsa görsünler, diyerek adamı kandırmaya çalıştı. Fakat adam geri dönmedi. Bunun üzerine İblîs,
- Eğer Şimdi geri dönüp gidersen, sana her gün 4 dirhem vereceğım. Her sabah kalkıp yatağının ucunu kaldırdığında bu 4 dirhemi orada göreceksin, dedi. Adam,
- Bunu gerçekten yapar mısın, dedi. iblîs,
- Evet, bunu her gün yapacağıma dair sana söz veriyorum, dedi. Bunun üzerine adam geri döndü, iki ya da üç gün yatağının altında para buldu. Dördüncü gün yatağının köşesini kaldırdığında hiçbir şey göremedi. Bir müddet bekledi ama aradan geçen günlere rağmen yatağının altında hâlâ para göremiyordu. Bunun üzerine baltasını aldı, eşeğine bindi ve ağacın bulunduğu yere doğru yola koyuldu.
İblîs yine insan suretinde onun karşısına çıktı:
- Nereye gidiyorsun, diye sordu. Adam,
- İnsanların tapındıkları bir ağaç vardır, işte onu kesmeye gidiyorum, dedi. İblîs,
- Sen artık bunu yapamazsın! Çünkü ilk defa yola çıktığında maksadın Allah rızası içindi. Allah için öfkelenmiştin. Şayet o vakit yer ile gök ehli seni engellemek için bir araya toplansaydı yine de seni geri çeviremezlerdi. Şimdi ise senin maksadın nefsin için! Yatağının altında paraları göremediğin için bunu yapıyorsun! Eğer bir adım daha ileriye geçmeye kalkarsan senin boynunu vururuz, dedi. Bunun üzerine adam ağacı kesemeden evine döndü.[37]
Kötülüğe Kalben de Olsa Buğzedilmelidir
Sahabeden biri demiştir ki: "Sizden biri bir kötülük gördüğü halde onu değiştiremiyor ve engel olamıyorsa üç defa şöyle desin:
'Allahümme inne hâzâ münkerun, felâ erdâ bihi'
'Allahım! Şüphesiz bu yapılan şey bir kötülüktür! Ben bundan kesinlikle razı değilim.’ Bunu dediği takdirde Allah (c.c) ona, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan kimsenin kazandığı sevap kadar mükâfat verir."
Amr b. Câriye Lahmî'nin Ebû Muâviye'den (r.a.) rivayet ettiği bir haber şöyledir. Ebû Sa’lebe Huşeni'ye, "Ey İman edenler! Siz nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Eğer siz doğru yolda iseniz, sapıklığa düşenler size hiçbir zaman zarar veremez..."[38] âyetini sordum. Dedi ki:
- Senin bana sorduğunu ben de Resûlullah'a (s.a.v) sormuştum. Bana şöyle demişti:
- Ey Ebû Sa'lebe! İyiliği emredin ve kötülüğü de sakındırın. İleride insanların (ahireti terkedip) dünyayı tercih ettiğini, ona hırs içinde itaat ettiklerini, her fikir sahibinin kendini beğendiğini görürsen, kendini kurtarmaya bak. Çünkü sizden sonra sabır gerektiren günler gelecektir. O günlerde, (Allah ve Resûlü'nün emir ve yasaklarına sımsıkı) yapışanlara, sizin şu anki amellerinizi işleyen elli kişinin amelinin sevabı kadar sevap verilir."
Sahabiler,
- Ey Allah'ın Resûlü! Bizim gibi elli kişinin sevabı mı yoksa onlar gibi olan elli kişinin sevabı mı? diye sordular. Resûlullah (s.a.v),
- Sizin gibi elli kişinin sevabı! buyurdu."[39]
Kays b. Ebû Hazm (rh.a) diyor ki: Hz. Ebû Bekir Sıddîk'ın (r.a) şöyle dediğini işittim: "Siz şu âyeti okuyor ancak onu yanlış anlıyor ve yerli yerinde kullanmıyorsunuz: 'Ey İman edenler! Siz nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Eğer siz doğru yolda iseniz, sapıklığa düşenler size hiçbir zaman zarar veremez...' Vallahi ben Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim:
Bir toplumun içinde günahlar işleniyor da insanlar buna engel olmuyorsa, Allah'ın onların tümüne göndereceği bir azap pek yakın demektir."[40]
İbn Mesud'a (r.a) bu âyetin tefsiri sorulduğunda demiştir ki: "Âyet-i kerimede şu günkü zamanımıza işaret edilmiyor. Fakat insanların hevâ ve hevesleri çoğalır, birbirleriyle münakaşaları artarsa, o takdirde herkese kendisini kurtarmak düşer."[41]
Hayra Çağirma Metodu
İyiliği emir ve kötülüğü menetme görevini yerine getiren kişi, dikkatli olması ve dâvet üslûbunu iyi bilmesi gerekir. Yapıcı olayım derken kırıcı olmamalıdır. Buna dikkat etmelidir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Hz. Peygamber'in (s.a.v) metodunu örnek almalıdır. Resûlullah'ın (s.a.v.) insanları hayra davet ederken uyguladığı metod, sevgi ve saygıya dayanan metodudur. Zira o bu metodu Kur'an'daki şu âyetten almıştı: "Hikmet ve güzel öğütle Rabb'inin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et"[42]
Hz. Peygamber de (s.a.v), yirmi üç sene süren peygamberlik hayati boyunca hiç kimse, onun karşısına çıkarak veya arkasından konuşarak, "Neden bize söylediklerini kendin de yapmıyorsun?" diyememiştir. Resûlullah'ın bu üstün vasfı, onun her yönüyle sözü dinlenir bir peygamber olarak tanınmasına sebep olmuştur. Hayatı boyunca ona sarsılmaz bir imanla bağlananlar, her şeyden çok, sözünün işe uygun olması yönüyle ona bağlanmışlardır.
Aynı şekilde insanları hak dine davetle, terbiye ve irşad ile meşgul olan kimse, bu işte Hz. Peygamber'e (s.a.v) uymalı ve onun açtığı çığırdan yürümelidir.[43]
Dikkat edilmesi gereken dâvet üslûbları şunlardır:
Âlim Olmalı
Her şeyden önce, iyiliğe emreden, kötülüklerden sakındıran kişi ilim sahibi olmalıdır, konu ile ilgili ahlâk ilmini iyi bilmeli ve bilmediklerini de öğrenmelidir. İlim, iyilik nedir, nasıl kazanılır, insanlar iyiliğe nasıl çağırılır gibi konularda bilgi sahibi olması demektir.
Aynı şekilde iyiye emretme, kötüyü menetme görevinde, telkin ve eğitim vardır. İnsanlara, neyin iyi, neyin kötü, hangi hareketlerin faydalı, hangilerinin zararlı olduğunu, dünyevî ve uhrevî sonuçları bakımından anlatarak, bunlara karşı kendilerini uyarmalı ve ikaz etmelidir.
İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak görevini islâm ümmeti içinden öncelikle âlim olanlar üstlenir; yoksa bu iş câhillere bırakılmaz. Çünkü câhiller her şeyi altüst ederler, kavram ve değer kargaşasına yol açarlar.[44]
İyi Niyetli Olmalı
İyiligi yaymak ve kötülüğü ortadan kaldırmak doğru dan doğruya Allah rızâsı için olmalıdır. Bu işi Allah rızâsını kazanmak için yapmalıdır.
Din, müdafaa edilen bir itikad olmaktan çıkarılıp, sanat ve ticaret haline getirilirse din adamları tehlikeli bir âfet olur. Bu tip din adamları, inanmadıkları şeyleri dilleriyle söylerler ve hayrı emrettikleri halde kendileri yapmazlar. İyiliğe çağırdıkları halde kendileri iyilikten kaçarlar. İlâhî kelâmın aslını değiştirip tahrif ederler. Allah'ın kesin hükümlerine birtakım menfaat ve arzulara göre tevil ederler. Dıştan ilahi hükümlere uyar görünüp, diğer taraftan devlet adamlarını ve zenginleri memnun etmek için din hakikatleriyle bağdaşmayan fetvalar verirler.[45]
Güzel Ahlâk Sahibi Olmalı
İslâm'a davet eden, başkalarına iyiliğe emreden kişi, güzel ahlak sahibi olmalıdır. Şüphesiz insanın sahip olduğu şeyler içinde en değerli olanı, güzel ahlâktır. Güzel ahlâkın timsali ise Hz. Peygamber'dir. Onun gibi olmaya çalışmak, onun gibi yaşamak ve gayret etmek, sünnet üzere bir hayat sürmek, güzel ahlâk üzere olmak demektir. “Andolsun, Allah'ın Resülünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[46]
İşte davetçi de onun hayatını iyi öğrenip onun gibi yaşamaya, yolunda gitmeye, sünnetini ihyaya, ahlâkı ile ahlâklanmaya çalışmalıdır ki insanlara etkili olup söz geçirebilsin. Bir mümin de ahlâkıyla örnek insan oldu mu, çevresindekileri hal diliyle durmadan İslâm'a çağırır. Onlara bir şeyler söylediğinde dili haline tercüman olmuş olur ve sözü tesir eder.[47]
Sabırlı ve Halim Olmalı
Halkı kötü işlerden sakındıranların edeplerinden biri de sabırlı olup bu yolda karşılaşacağı acı ve sıkıntılara katlanmasıdır. Bu konuda Hz. Lokman'ın (a.s) oğluna öğüdü her zaman ve mekânda uyarıcı ve davetçinin halini beyan eder: "Yavrum, namazı gereği üzere kıl; iyiliği emret ve fenalıktan alıkoy, bu uğurda başına gelenlere sabret."[48]
Bişr-i Hâfî (k.s), iyiliği emretmek ve kötülükten menetmek için eziyetlere sabretmek gerekir" demiştir.[49]
Ebû Bekir el-Ferrâ (k.s) şöyle demiştir: "İyliği emretmek ve kötülükten sakındırmanın şartları vardır. Bunlar, ilk önce kendi nefsinden başlamak, söylediğini ve delillerini çok iyi bilmektir. Bir de bunu yaparken başa gelecek sıkıntılara sabretmektir.”[50]
İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanamayan kimse, bu işte başarılı olamaz.[51]
Şefkatli ve Merhametli Olmalı
Bu mukaddes görev ifa olunurken daima şefkatli, merhametli fakat ikna edici olmak lâzımdır. Allah Teâlâ (c.c), Hz. Peygamberin (s.a.v) bu ahlâkını şöyle övmüştür: "Allah'tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah'tan af dile."[52]
Bu ahlâk, herkes için lâzımdır. Sadece günahkâr ve kâfirler için değil, İslâm'ı yaşamakta olan insanlar için de gereklidir. Zira kusuru düzeltmeye çalışırken muhatabı ezip onu rencide edecek sert ve kaba bir üslûp, tam aksi neticelere sebep olabilir. Çünkü böyle bir üslûpla yapılan ikazlarda insanlar, bazan anne babalarına karşı bile tahammülsüz olabilmektedir. Bu durumda başkalarına tahammüllü olmaları elbette daha zordur.[53]
Tenhada Nasihat Etmeli
İyiliği emreden ve kötülükten de sakındıran kişinin, bunu yaparken, muhatabının rencide olmaması açısından kimsenin görmeyeceği bir şekilde yapması daha uygun olur. Böyle yaptığı takdirde karşısındakine yaptığı vaaz ve nasihat etkili ve tesirli olur.
Nitekim Ebü'd-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: "Din kardeşine açıktan, herkesin görebileceği bir yerde vaaz-u nasihat eden, âdeta onu ayıplamış ve kınamış olur. Gizli bir yerde vaaz-u nasihat eden ise, âdeta onu incilerle süslemiş olur.”
Şayet ona tenhada yaptığın öğütler etkili olmazsa, bu sefer onu insanların içinde uyarır ve diğer iyilik sahibi kişilerden, onu günahlarından vazgeçirme yolunda yardımlarını talep edebilirsin. Çünkü onlar bu hususta sana yardım etmezlerse, kötülük sahibi kişiler toplumu büsbütün sarar ve azap toplumun hepsine birden gelir.[54]
Hikaye: Allah Senin Yaptığına Bakmaktadır
Fetih b. Sahref dedi ki: “Adamın biri bir kadıncağızın yakasına yapışıp onunla zina etmek istiyordu ve bir elinde bıçak vardı. Ona yaklaşan bir kimseyi öldürmekle tehdit ediyordu. Adam pehlivan yapılı bir kimseydi. Halk bu manzarayı seyrederken elindeki kadın da bağırmaktaydı. O esnada Bişr el-Hafî geçiyordu. Adama yaklaştı. Omuzunu adamın omuzuna değdirdi. Adam derhal bayılarak yere düştü ve Bişr-i Hafî oradan ayrıldı. Seyirciler adama yaklaştılar. Bir de ne görsünler, adam ter içinde kıvranıyor. Elinden kurtulan kadın da yoluna devam etti.
Adama, Senin halin nedir? diye sordular. Bilmem! Fakat bir ihtiyar benim omuzuma sürtündü ve bana dedi ki: Allah Teâlâ sana ve senin yaptığına bakmaktadır. Utanmaz mısın? Onun sözünden ötürü dizlerim tutmaz oldu ve şiddetli bir şekilde ondan korktum. O kişinin kim olduğunu da bilmiyorum. Ona dediler ki: O Bişr el-Hafî'dir. Bunun üzerine adam ‘Vay benim yüzümün karası! Bu günden sonra o bana nasıl bakacak?’ diye hayıflandı. O günden sonra şiddetli bir sıtmaya tutuldu ve yedinci gününde Allah’ın rahmetine kavuştu.[55], [56]
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
[1] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.12.
[2] Buhârî, nr. 2493; Tirmizî, nr. 2173; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/268-270; İbn Hibbân, es-Sahih, nr. 297,298,301.
[3] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, C.1,Sf.152.
[4] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.12.
[5] Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 7/266.
[6] Tirmizî, nr. 2169; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/388, 391; Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ, 1/279.
[7] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, C.1,Sf.152.
[8] Al-i İmrân 3/104.
[9] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.17.
[10] Tirmizî, Zühd, 62 (nrç 2412); İbn Mâce, Fiten, 12 (nr. 3974).
[11] Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, C.4, sf.187.
[12]Ihyâ, 2/1421.
[13]Elli Dört Farz Şerhi, A. Kemaleddin Üstün, Semerkand Yayınları, sf.297.
[14]İbnu Arak, Tenzihu’ş-Şeria, 1/314; el-Feva’idü’l-Mecmu’a, 1394; es-Suyuti, el-Le’ali’e’l- Masnu’a, 1/250; el-İlelu’l-Mütenahiye, 2/1 023.
[15] Beyhakî, Şuabü'l-lmân, nr. 9428.
[16] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, C.1,Sf.147.
[17]Bezzâr, Mûsned, 3300.
[18]Elli Dört Farz Şerhi, A. Kemaleddin Üstün, Semerkand Yayınları, sf.304.
[19] İmam Gazâlî, İhyâu-Ulûmi’d-dîn, 2/408İmam Gazâlî, İhyâu-Ulûmi’d-dîn, 2/408
[20] Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar, Semerkand Yayınları, sf.254.
[21] Âl-i İmran 3/110.
[22] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.18.
[23] Âl-i imrân 3/104.
[24] Envârü’l-Âşıkîn-Halk Âşıklarının Nurları, Yazıcıoğlu Bîcan, Semerkand Yayınları, sf.472
[25] İbn Mâce, nr. 237; Tayâlisî, Müsned, nr. 277; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 43016; Beytıakî, Şuabü'l-lmân, nr. 686.
[26] Tevbe 9/71.
[27] Tevbe 9/67.
[28] Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 8/151; Münzirî, et-Tergîb vet-Terhib, 3/335-336.
[29] Ebû Davud, nr. 4339; Ibn Mâce, nr. 4009; Ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 300, 302.
[30] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, C.1,Sf.148-150.
[31] Bakara 2/44.
[32] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/120; Ebû Yalâ, Müsned, nr. 3996; Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 4965; Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbih, nr. 5149; ibnül Mübârek, ez-Zühd, nr. 819.
[33] Buhârî, Fiten, 17; Müslim, Zühd, 7 (nr. 2989); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/205; Tebrîzî, Mişkâtü'I-Mesâbih, nr. 5139.
[34] Heysemi, Mecmauz-Zevâid, nr. 869.
[35] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.20.
[36] Müslim, nr. 49 Tirmizî, nr. 2172; İbn Mâce, nr. 4013; Ebû Davud, nr. 434020; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/10,20, 49, 53, 54; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 306.
[37] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, C.1,Sf.153-155.
[38] Mâide 5/105.
[39] Tirmizî, nr. 3058; Ibn Mâce, nr. 4014; Ebû Davud, nr. 4341; Hâkim, el-Müstedrek, 4/322.
[40] Tirmizî, nr. 3057; Ibn Mâce, nr. 4405; Ebû Davud, nr. 4338; Ibn Hibbân, es-Sahih, nr.300.
[41] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, C.1,Sf.158-159.
[42] Nahl 16/125; Tâhâ 20/43.
[43] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.22.
[44] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.24.
[45] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.25.
[46] Ahzâb 33/21.
[47] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.25.
[48] Lokman 31/17.
[49] Ebû Nuaym, Hilyetü'I-Evliyâ, 8/337.
[50] Sülemî, Tabakatüs-Sûfiyye, s. 508.
[51] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.27.
[52] Âl-i İmrân 3/159.
[53] Edep Ya Hu, Siraceddin Önlüer, Semerkand Yayınları, c.2, sf.30.
[54] Tenbîhü’l-Gâfilîn, Ebü’l-Leys Semerkandî, Semerkand Yayınları, C.1,Sf.151.
[55]Zebîdî, İthâfu’s-Sâde, 8/107-108.
[56]Allah Dostlarının Hayatlarından Menkıbeler Kıssalar, Semerkand Yayınları, sf.254.
Facebookta Paylaş

Paylaş